Obsesif-Kompulsif Bozukluk Nedir?
Takıntı-zorlantı bozukluğu şeklinde de ifade edebiliriz. Aslında DSM 5’e kadar (psikolojide tanı kriterleri kitabıdır) kaygı bozuklukları kategorisinde yer alıyordu, şu an ise Takıntı-Zorlantı Bozukluğu şeklinde ayrı bir başlık olarak inceleniyor. Öncelikle obsesyonu ve kompulsiyonu ayrı ayrı tanımlayarak başlayabiliriz bence,
Obsesyon yani takıntı; İrade dışı gelen, bireyi tedirgin eden, ego distonik yani benliğe yabancı, bilinçli çaba ile kovulamayan, inatçı biçimde yineleyen düşünce, imge veya dürtülerdir. Bunlar kişinin mantığına, görüşlerine, ahlak anlayışlarına, inançlarına ters düşer ve kabul edilemez. Aslında takıntılar kişinin benliğine yabancı olmalarına rağmen kişi bunların kendi zihninin ürünü olduğunun farkındadır.
Kompulsiyon yani zorlantı ise; saplantılı düşünceleri kovmak için yapılan irade dışı yinelenen hareketlerdir. Önce takıntının doğurduğu rahatsızlığı azaltmak için başlar, ancak bu durum kontrol edilemez hale gelir ve bu durum yinelenen hareketlerin sıklığını arttırır. Zorlantılar yani ısrarlı tekrar eden şey bazen dışarıdan gözlemlenebilen bir davranış bazen ise düşünce boyutunda olabilir.
Obsesyon ve kompulsiyonlara örnek verecek olursak eğer; temiz olduğunu bildiği herhangi bir şeye dokunduğunda elinin kirlendiğini düşünerek (bu düşünce obsesyon yani takıntıdır) kişinin elini birçok kez yineleyici bir biçimde yıkaması (bu da kompulsiyon yani zorlantı) veya abdest alırken aklına kötü düşünceler gelmesi nedeniyle tekrar takrar sil baştan abdest almak veya aynı duayı tekrar tekrar okumak gibi listeyi uzatmak mümkün.
Yani özetle; bireyde rahatsız edici düşünce, istek, hayal, duygu takıntılarının olduğu ve kişinin bunların getirdiği sıkıntıyı azaltmak için tekrar tekrar bazı hareketleri veya zihinsel işlemleri yaptığı rahatsızlığa obsesif kompülsif bozukluk adı verilir. OKB tanısı verebilmek için obsesyonların ve kompulsiyonların birlikte görülmesi gerekir.
OKB’nin belirtileri ve bulguları nelerdir?
Burada yine takıntıların ve zorlantıların içeriğini incelemek gerekir.
Bireyin takıntıları varsa; 1) bunlar kişinin aklına zorla ve istemeden geliyor gibi yaşanıyorsa, belirli bir kaygıya veya sıkıntıya neden olan yineleyici ve sürekli düşünmeleri varsa. Ki buna Beklenti anksiyetesi diyoruz yani zihnindeki düşüncenin gerçekleşebileceğine dair geliştirdiği inanç.
2) Kişi bu düşüncelere, imgelere veya dürtülere aldırmamaya çalışıp bunları baskılamak için çaba gösteriyorsa veya kaygısını bastırmak amacıyla bir başka eylem ya da düşünce biçimiyle bunları ortadan kaldırmaya çalışıyorsa, ki buna da kaçınma davranışı diyoruz. Yani korkutan, kaygıyı arttıran şeyle yüzleşmemek için yapılan hareketler.
Takıntılara eşlik eden zorlantıları varsa; 1) katı bir şekilde uyması gereken kurallara göre düzenlenmiş yinelemeli davranışları veya düşünceleri varsa, örneğin el yıkama, sırasına göre düzenleme ya da kontrol edip durma, sayı sayma, belirli kelimeleri tekrar etme gibi.
2) Yinelenen bu düşünce ve davranışlar tamamiyle korkulan durumdan kaçmak veya kaygının azaltılması amacıyla yapılıyorsa ancak bu eylemlerin korkulan durumla gerçekte bir ilişkisi yoksa, örneğin 3 kere ışığı açıp kapatırsam sevdiklerime bir şey olmayacak ya da ellerimi 5 kere yıkarsam mikroplar beni hasta edemez gibi.
Son olarak ve en önemlisi tüm bu takıntı ve zorlantılar kişinin zamanını alıyorsa, (günde 1 saatten fazla) toplumsal alanlarda veya günlük rutininde işlevselliğini belirgin derecede etkiliyorsa OKB vardır diyebiliriz.
OKB’de bireyi bunaltan bu düşünce süreçleri ve içeriği nasıldır?
OKB’li hastaların düşünce süreçlerinde hep bir ikircikli durum, kararsızlık söz konusudur. Sanki her düşüncenin bir olumlu bir de olumsuz yanı vardır gibi. Bir şeyi yaptım mı yapmadım mı, yapsam mı yapmasam mı, düşündüm mü düşünmedim mi tarzı obsesif sorgulamalar hastayı aşırı derecede bunaltır ve bu durum çevrelerini de etkilemeye başlar. Acaba tokalaştığım insanlar tuvaletten çıktıktan sonra ellerini yıkıyorlar mı, başkasının girdiği tuvalete girsem hamile kalır mıyım, kapıyı kitlemeden çıktıysam eve hırsız girer mi, bulaşma oldu mu, kir var mı, her şey aynı hizada mı, ütünün fişini çektim mi.. gibi somut konulara karşı da obsesyon geliştirilebilir, ki buna “Kuşku obsesyonları” diyoruz. Bazılarında “sayma obsesyonları” görülebilir, otomobil plakaları, kaldırım taşlarını sayarak gidip gelmek gibi. Bazen dini konulara karşı obsesyon geliştirilebilir, Tanrıyla ilgili düşünceler şeklinde buna “Metafizik saplantılar” diyoruz. Ya da ahlaki konulara karşı geliştirilen saplantılar olabilir, kötü bir şey söylemekten çekinme, ayıp bir şey yapma obsesyonları gibi.
Peki Takıntı-zorlantı bozukluğunda düşünce sistemlerinin altında yatan bu mekanizma nedir?
OKB’li hastaların düşünce süreçlerinde “Majik Düşünce” hakimdir. Majik düşünce; İki bağımsız yapının arasında mantıksal olmayan, gerçeklikten uzak ve keyfi bir sebep ve sonuç ilişkisi kurmaktır. “Mış gibi yapmak” da diyebiliriz buna. Aslında bunu erken çocukluk döneminde de yaparak büyüyoruz. Evcilik oyunlarında kahve içiyormuş, yemek yiyormuş veya bebeğini uyutuyormuş gibi yapmak. Bu durum ilkokul çağına kadar normaldir. Latent döneme kadar yani 12 yaş civarı azalması beklenir, eğer geçmezse OKB’nin temelini oluşturur.
Majik düşüncede sebep-sonuç ilişkisi primer dönemdekine benzer. Örneğin; 30 saniyede aşağı inersem aşık olduğum kişi beni sevsin gibi. Problem haline geldiği kısım gerçeklik algısının ortadan kalkması ve o keyfi döngüye bağlanmasıdır. Örneğin; ışığı 3 kere açıp kapatırsam annem ölmeyecek dedim 3 kere açıp kapattım ve annemi aradım ölmemiş. Bunu yaptığım için annem ölmedi diyerek sebep-sonuç ilişkisini keyfisel olarak birbirine bağlamış oluyorum. Ancak bunu yaparken kaygıyı da arttırmış oluyorum. Bu durum ne kadar pekiştirilirse gerçeklikten o kadar uzaklaşılmış oluyor. Yani X ile Y’yi ne kadar çok pekiştirirsem ikisinden biri o kadar tehlikeli bir hale geliyor, bu durum her aklıma geldiğinde beni rahatlatan şeyi tekrar ediyorum. Tam olarak klasik koşullanmadır. Güçlendirdiğimiz her durum daha da tehlikeli bir hale gelir.
Türk toplumunda çok yaygın olan totemler, nazarlar, fal, büyü gibi konular da majik düşünceye örnektir, tahtaya vurmak gibi. tahtaya vurdum, bütün kötülüklerden korunacağım inancı. Ya da fal dediğimiz gibi, öylesine fal kapatmak toplumsal olarak doğaldır, bunu birçoğumuz yapıyoruz. Ancak o falda 3 vakte kadar şöyle olacak dediğinde o olaya göre hayatımızı şekillendiriyorsak bu majik düşüncedir. Yani burada derecesi önemli, gerçeklik algısının yitip yitmediği. Bir de içgörü önemli, eğer hasta tüm bu düşüncelerinin ve davranışlarının anlamsız, gereksiz ve mantıksız olduğunu biliyorsa yine de buna engel olamıyorsa içgörüsü vardır. Bu rahatsızlığa sahip bazı bireyler ise bu yaptıklarını anlamlı ve gerekli görürler. Böyle kişiler kendi istekleriyle tedaviye başvurmazlar. Bu gruptaki kişilerin rahatsızlığı “içgörüsü olmayan tip obsesif kompülsif bozukluk” adını alır.
Bir başka deyişle obsesyonlar yani takıntılar arttıkça, kaygı artar, kaygı arttıkça kompulsiyonlar yani zorlantılar artar. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, anksiyete obsesyon ile artar, yani obsesyon değil anksiyete kompulsif davranışların artmasına neden olur. Kompulsiyon anksiyete sönümlensin diye yapılır. Obsesyonlar zayıf noktalardır; temizlik, düzen, namus, ahlak konuları, din, cinsellik veya sevdiklerimiz gibi. OKB’yi diğer kaygı bozukluklarından (Yaygın kaygı bozukluğu, sosyal fobi, panik bozukluk) şey kaygı veya korku geliştirilen şeyin soyut nedenlere dayandırılmasıdır. Gözle görülemeyen elle tutulamayan.
OKB’nin tedavisinde neler yapılabilir, nasıl bir yol izlenmelidir?
Bu rahatsızlığı olan bireylerin bilmeleri gereken en önemli nokta bu rahatsızlığın etkili tedavileri olduğudur. Rahatsızlığın tedavisinde bilimsel yöntemlerle etkisi saptanmış ikli yöntem kullanılabilir. Bunlar; bir tür antidepresan ilaç olan serotonin geri alımını önleyici ilaçlar ve bazen bunlara antipsikotik ve anksiyolitik(sıkıntı giderici) ilaçların eklenmesiyle gerçekleşitirilen ilaç tedavileri ve bilişsel davranışçı tedavi adı verilen psikoterapi türüdür. Yani bireyin duygu-düşünce ve davranışlarına odaklanarak olumsuz düşüncelerin yerine olumlu düşünceler koyarak değiştirmek. Gerek ilaç tedavisiyle gerekse bilişsel davranışçı tedavi yöntemiyle yüz güldürücü sonuçlar alınmaktadır. Ancak, ilaç tedavisi birçok kişiye iyi gelse de, ilaç kullananların yarısı düzelme göstermez ve düzelme gösterenlerinde çoğu fark edilebilir düzeyde OKB belirtileri yaşamaya devam ederler. Ya da ilaç tedavisi bittikten sonra OKB belirtileri tekrar görülmeye başlanabilir. Böyle durumlara karşı psikoterapi desteği ile problemin çözümüne odaklanmak yani bireyi işlevsiz kılan düşünce ve davranışlara eğilmek gerekir. Ki yapılan son çalışmalarda bilişsel davranışçı psikoterapilerin ilaçlardan daha etkili olduğu gösterilmiştir. Bilişsel davranışçı psikoterapide tedavi ne şekilde ilerliyor bahsedecek olursam, birey nasıl koşullandıysa öyle sönümlendiriyoruz. Yani davranışı engelleyerek ya da o davranışa maruz bırakarak. Mesela tam elini ışığa götürürken anneni ara, annen hayatta. Bunu birden çok kez tekrarlarsa sönümlenme gerçekleşir. Çünkü elektrik düğmesi annesinin sağlığına değil, kendisinin anksiyetesine iyi gelmektedir, anksiyeteyi azaltmak için kompulsiyon yani yineleyici hareketler kullanılmaktadır. Bir konuya ne kadar çok maruz bırakma tekniği uygulanırsa o düzeydeki pek çok konuya da etki etmiş oluyor.
Bu bir kısırdöngü aslında; birey kaygısı her arttığında kaygısını azaltan davranışlara yöneliyor, böylece gerçekdışı korkularını kontrol altına almış oluyor. Gerçekle yüzleşmekten ne kadar kaçınılırsa bir sonraki aşamada kaygı daha da artıyor ve kontrol etme davranışları da o kadar çoğalarak devam ediyor. Örneğin, temizlik obsesyonu var diyelim, misafir geleceği zaman kaygısı artar, kaçınmak için misafir çağırmaz. İşte tam da bu noktada bireyi bilişsel tartışmayla ve psikoeğitimlerle ikna etmek önemlidir. Tabii ikna etmek kolay değildir, bu nedenle iyileşme süreci uzun sürer. Çünkü ışığı açıp kapatmazsa annesinin öleceğine dair inanç geliştiren birinin düşüncesini değiştirmek zordur mesela, ucunda sevdiği biri vardır. Hastaya düğmeyi açıp kapatmasının annesinin sağlığıyla ilgili değil, kendi kaygılarıyla alakalı olduğu, annesi ölmesin diye değil kaygısını yatıştırmak için düğmeyi açıp kapattığını göstermemiz gerek.
Bu kişilerde “Sorumluluk Alanı” vardır. Sorumlu olduğu kişiler, olaylar gibi. kişinin kendisinin mesul olduğu alanlarda anksiyetesi ve takıntısı artar. Özellikle kontrol ve temizlik olmak üzere tüm takıntılarda geçerlidir. Mesela, çocuk dışarda oynayınca bir problem yoktur, dışarda çocuklarına bulaşan mikroplarla ilgilenmez, evine giren mikroplara odaklanır. kontrolü, sorumluluğu kimseye vermek istemezler. Bu nedenle çevresindeki insanlar ne kadar direnirse o kadar maruz bırakma olur, takıntıları beslenirse artar. Bu yüzden terapi dışında da onların gerçeklikten uzak isteklerini yerine getirmemek önemlidir.
Seanslarda maruz bırakma teknikleriyle birlikte kaygıyı puanlaması da istenebilir, böylece onu en çok ve en az kaygılandıran şeyi bulunur, en az kaygılandıran maddeden başlayarak en çok kaygılandıran şeye kadar aşamalı olarak zorlanır. Korkularının ve kaygılarının yerine akılcı bir eylem planı koyulabilir. Taa ki birey sistematik olarak duyarsızlaşana kadar. Bu belki ilk başta bireye çok acı verici veya ürkütücü gelebilir, ancak burada önemli olan uzun vadeli kazançtır. kısa vadeli mutluluk uzun vadede kayıp getirirken, terapide kısa vadeli belki zorlanacak ama problem çözüleceği için uzun vadede kazanç sağlayacaktr.
Uzman Klinik Psikolog & Aile Danışmanı Aylin KAŞKO
AYKA PSİKOLOJİ MERKEZİ
(Yazının her hakkı saklıdır, izinsiz kopyalanamaz.)
We use cookies to analyze website traffic and optimize your website experience. By accepting our use of cookies, your data will be aggregated with all other user data.